1. Hoş geldiniz, Akvaryum Portalı ailesine katılım için kendinizi hazır hissediyorsanız üye olun.
    Yardım sayfasından forum kullanım desteği alın.

23 Mayıs 2009 Bursa Sucul Alanları "Talan"ı

Başlığı 'Ülkemizden Sucul Yaşam' kategorisinde Neverlander tarafından 2 Haziran 2009 başlatılmıştır.

  1. Neverlander

    Neverlander

    Mesajlar:
    2.908
    İsim:
    Abdullah Üüzümcü
    23 Mayıs Cumartesi gününe yani Bursa’da Sucul Alan Talanı yapacağım güne erken başladık... Resimde görülen küçük kayınçom Şener’in ehliyet sınavı vardı... Hem de tam ilk talan edilecek dere olan Demirtaş deresinin hemen 50 mt ilerisindeki caddede... :D

    [​IMG]

    Amcasını sınava uğurlamak için büyük kayınçomun kızı Elif de ayakta idi...

    [​IMG]

    Apar topar hazırlandık... Yarım yamalak bir kahvaltı yapıp, çay keyfini yarıda bırakarak Şener’in motora atladık ve sınav/talan alanına ulaştık... Bir müddet beklemeden sonra Hocalar geldi... Ama bir sorun vardı... Şener’e bir gün önce sınavının Cumartesi günü olduğu sıkı sıkı tembihlenmiş olduğu halde Hocalar Şener’in Pazar günkü grupta yer aldığını söylediler... Yapacak birşey olamdığından motora artlayıp Demirtaş deresinin Kuzey’e doğru keşfine başladık... Ankara Yolu’ndan Demirtaş’a döndüğünüzde çok ama çok derin bir nefes alın ve akciğerlerinizi hava ile doldurun… Çünkü az sonra duyacağınız koku nedeni ile burnunuzu kapatmak zorunda kalacaksınız… Ya da benim yaptığım gibi ağzınızdan hava alın ve böylelikle kötü kokuyu koklamamış olursunuz… Tabii motor üzerinde hızla bölgeden geçerken yakınlardaki sulak alanlar nedeni ile zengin böcek faunasının güzide üyelerinin bir kısmını yutma riskiniz de söz konusu… :D Ben yuttum mu bilmiyorum ama yuttu isem tatları fena olmasa gerek çünkü hiç rahatsız olmadım… :D

    Peki burası neden bu kadar kokuyor? Hikaye şu: Demirtaş girişi daha önce çöplük olarak kullanılıyormuş… Yıllarca burada metan gazı birikmiş… Zamanla Bursa belediyesi çöplüğü daha başka bir yere almış… Buradaki birikmiş metan gazı da heba olmasın diye bir tesis kurulmuş… Şu an belli bir miktarda doğal gaz üretiliyor… Ancak tesisin varlığına rağmen doğal gaz ve büyük ihtimalle yakınlardaki derelere karışmış olan çöplük atıkları nedeni ile ciddi bir koku sorunu var…

    Demirtaş girişinde birbirine paralel olarak kuzey-güney doğrultusunda akan 3 adet dere var… Bunlardan ikisindeki su kanalizasyon karışması ve sanayi atıkları nedeni ile ciddi şekilde kirlenmiş durumda… Bu iki kirli derenin ortasından akan ve Gölcük’ten doğan diğer derede ise su temiz sayılır… Kanalizasyon atığına dair pek bir belirti taşımıyor… Zaten bu derenin her iki yanında sadece tarlalar uzanıyor… Belki bir miktar zirai atık ve ilaç karışması söz konusu olabilir…

    Demirtaş ilçesinin ana caddesine girdikten sonra ortadaki dereye yöneldik… Bu derenin bu kesiminde biri Demirtaş’ın ana caddesinin üzerinde derenin üzerinden geçişe olanak sağlayan diğeri de derenin kuzey bölümünde merkezden yaklaşık 1-2 km içeride tarlalar arası geçişi sağlayan bir yolun üzerinde olmak üzere iki köprü bulunmakta… Dere suyu kuzeye çıkıldıkça daha da temiz hale geliyor ve bitki çeşitliliğinde artış görülüyor…

    Dereye güney-kuzey doğrultusunda hakim olan bitki türü ise söğüt ağaçları… Yer yer o kadar sıklaşıyorlar ki dereyi göremez hale geliyorsunuz… Tabii bu sık sıralanma nedeni ile derenin kenarına inipte sucul bitki örtüsünü talan etme fırsatı da bulamadık…

    Özellikle içteki köprünün hemen güneyinden başlamak üzere yaklaşık 300-500 mt’lik alanda ciddi miktarda sarı nilüfer (Nuphar lutea) yayılımı dikkat çekiyor… Motorize Talan Ekibinin :)D) objektifine takılan ilk görüntüler de resmen N. Lutea tarlasına dönen kısımdan…

    [​IMG]

    [​IMG]

    [​IMG]

    Kameralara “zoom”lama özelliği koymayı akıl eden kişiden Allah razı olsun… Söğütlerden sonra bölgeye en hakim olan üç bitki türünün bir arada yakalanabileceği aşağıdaki resmi söğütlerin izin verdiği ancak yamacın dik eğiminin gözümüzü korkutması nedeni ile inemediğimiz yerden “zoom”layarak çektik… (Kameram da kalitedir ha… :D Ama bir benim akvaryumların resimlerini çekerken istediğimi yapmıyor ona bozuluyorum… :D ) Heme resimdeki üç türü de yazalım… Saz’ı aslında yazmaya gerek yok… Çalı formunda olan bitki Hemigraphis cinsine ait bir tür… Emers olan yıllık bitki formu ise büyük ihtimalle Gratiola pedunculata…

    [​IMG]

    Bu resimde de soldaki Hemigraphislerin önündeki bitkiyi henüz tanımlayamadım… Çalışmalar sürüyor… Çoğu gitti azı kaldı… Yeryüzünde topu topu ka bitki var ki? :D Gerçi her ne ise en azından biliyorum ki Gratiola’ların mensubu bulunduğu takımdan yani Lamiales takımından bir bitki…

    [​IMG]

    Aşağıdaki resimdeki submers bitkinin –ki gerçekten submers mi yoksa emers hale geçme hazırlıklarında bir bitki mi olduğunu bilmiyorum- ne olduğunu “zoom”lama marifeti ile bile anlayamadım…

    [​IMG]

    Demirtaş deresindeki keşfimiz sırasında bir su yılanı ile karşılaşmayı da ihmal etmedik...

    [​IMG]

    [​IMG]

    Daha sonra motora atlayıp anayola doğru tekrar yola çıktık… Dere boyunca su yüzeyinde öbek öbek duran ve Myriophyllum cinsine ait bir tür olduğunu düşündüğüm bitkilerden ele geçirmek için uygun olabilecek bir mevki vardı… Hemen anayol üzerindeki köprünün batı ayağına yakın bir yere inen bir patika… Bu patikayı derede sazan yakalamaya gelen yöre insanları oluşturmuştu... Sazan demişken konuya bir açıklama getirmek gerek… Buradaki sazanlar Gölcük gölü’nden inen “enik” sazanlar ile çok sayıda yine dereye uygun boyuttaki İsrail sazanları…

    Aşağıya inmeden tepeden birkaç resimçekelim de öbekler nasıl duruyormuş bir görüverin… Yaşasın “zoom”lama kapasiteleri… :D

    [​IMG]

    [​IMG]

    [​IMG]
     
  2. Neverlander

    Neverlander

    Mesajlar:
    2.908
    İsim:
    Abdullah Üüzümcü
    Tabii hemen bütün bilimsel yeteneklerimi kulalnıp bitkiyi “identifiye” ediverdim… Böylelikle Gökhan Hoca’nın gizemli bitkisi de kimliğine kavuşuverdi…

    Sıkı durun açıklıyorum… Potamogeton crispus


    Tabii bulmuşken bırakır mıyız? Ziyadesi ile talan ettik… Sonra da patikadan yukarı tırmanıp başarımızın anısına Demirtaş köprüsü hatırası çektik…

    Önce derenin o bölümünden genel bir görünüm…

    [​IMG]

    Sonra benim Demirtaş hatıram…

    [​IMG]

    En son Şener’in Demirtaş hatırası…

    [​IMG]

    Neyse, sonra motora atlayıp hızla eve döndük… Eee, ne de olsa “nevale”yi toplayıp “piknik” bahaneli “Ulubat sucul bitkileri” talanına gidecektik… Manzarayı çaktırmamak için her türlü alet/edevatı da yanımızda götürecektik… İşte “amaç gizleyici” piknik gereçleri…

    [​IMG]

    Resimdeki üç adet şemsiyeye dikkat… Bunlar tam olarak kendileri için “şemsiye” yani güneşlik kelimesini kullanan Arap mucitlerinin amaçladığı iş için –adı üzerinde hani- yani güneşten korunmak için eşimin ailesi tarafından geliştirilmiş gereçler…

    Şimdi “Ulubat Talan” ekibini tanıyalım…

    Araç kullanıcısı, eşimin en küçük dayısı Yılmaz Dayı…

    [​IMG]

    Sabıkalı sucul alan talancısı, biricik talan ortağım Şener… Geçen sene de Demirtaş deresinden Gambusya araklamıştık… :D Biraz asabı bozulmuştu ehliyet sınavı azizliğinden dolayı… Yoksa yorgun falan değil… Talana hazır…

    [​IMG]

    “Amaç gizleyici” aile bireyleri... Soldaki eşimin abisi Taner, ailenin efsane mangal yakıcı ve körükleyicisi… Sağdaki eşimin en büyük dayısı Hicabi Dayı, ailenin milli su kenarı piknikçisi ve çeşitli sucul alan canavarı (emers ve submers halde :D )…

    [​IMG]

    Aracın dışında yüzü açıkça görünen Yılmaz Dayı’nın büyük oğlu Yunus, ailenin akvaristi, akvaryum imalatçısı, olta toplayıcısı, başarısız balıkçısı ve taze sucul alan talancısı…

    [​IMG]

    Üstteki resimde yüzü karanlıkta çıkmayan ancak aşağıdaki resimde yüzü gün gibi ortada olan ise Hicabi Dayı’nın oğlu Bilal, o da taze sucul alan talancısı…

    [​IMG]

    Ve bendeniz… Şeytanlığın ele başısı, azılı sucul alan talancısı, sabıkalı Gambusya hırsızı, şanlı şöhretli balık katili… Tabii ailenin büyük eniştesi olması hasebi ile her daim ota-moka bulaşmaz “Onur Piknikçisi”… :D Misafir, misafir… :D Yaşasın Bayburt gelenekleri… :D

    [​IMG]

    OGH ve OCB heralde gözlüklerden tanıyamaz… :D :D :D
    Zorlu yolculuğa çıkmadan önce yakınlardaki bir hiper markete çıkarma yapıyoruz… Hem kayınçoların balık yakalayamama ihtimali karşın daha yüksek yapılı omurgalı hayvanların öldürülmüş, kesilmiş, yüzülmüş/yolunmuş, parçalanmış kısımlarından almak hem de gittiğimiz yerde “kömür”ün bizim eşeleyebileceğimiz derinlikten çok daha derinde olabileceğini bildiğimizden “hazır çıkarılmış”dan edinmek amacında idik… Tabii rahatıma düşkün olduğum için –aşağıda resimlerini göreceğiniz ve ilk kez rahatlığı bana sağ olsun Temel Hoca tarafından Aydos’ta tattırılmış- taşınabilir/açılabilir piknik sandalyesi ve kafam eşimin tüm sülalesindeki bireylerin kafa çaplarının toplamından daha büyük bir çapa sahip olduğu ve dolayısıyla “minnacık” şemsiyelerin altına sığmayacağı için “görkemli, büyük, dört başı mamur” bir şemsiye de alıyorum… Bu arada Hicabi Dayı evrimsel süreçte basit anaerobik organizmaların “etanol bağımlılığı”ndan kurtulamadığı için “etanol” takviyesi yapıyor… Tabii ailenin geneli “CO2” ihtiva eden ve bu nedenle “soğuk” içilmesi önerilen çeşitli renklerdeki içkilerden alıyor… Geçen seneki “Kurtul Göleti Faciası” hafızalarımızda olduğu için ve gideceğimiz yerde “dalınabilir” karpuz/kavun tarlası bulunmadığı bildirildiğinden renkli-gazlı içeceklerden fazlası ile alınıyor…Ama içimden bir ses yine bunları aynı geçen sene Kurtul’da olduğu gibi “kana kana” sıcak sıcak içeceğimiz söylemiyor da değildi hani… :D

    Tam aldıklarımızı ödeyecekken eşim cep telefonu ile arıyor ve Şener’in ehliyet kursundan arandığını ve derhal bölgeye intikal edip sınava girmesi gerektiğini bildiriyor, tahmin edileceği üzere bir yanlışlık olmuş da… Tabii “ma sülale” ehliyet kursu, sınav komitesi ve dahasına “giydiriyoruz”… :D Neyse, alelacele parayı ödeyip Şener’i sınava götürmek için gazlıyoruz… Demirtaş yöresine ulaştığımızda (tabii bu sefer yakınlardaki bir dereden bir miktar bitki kayıp bir coğrafya tabii), Şener hemen sınav aracının direksiyonuna atlıyor ve gazlıyor… Bekle bekle ne Şener ne araç ortada, tabii hocalar da yok… “Acaba Şener bunları tenhaya çekip boğazladı mı?” diye düşünürken öğreniyorum ki Bursa’da ehliyet ciddiye alınıyormuş ve sürücü adaylarına benim için asırlar anlamına gelen koskoca 15-20 dk. araba kullandırıyorlarmış… Hem de akan trafikte… Desenize ben Bursa’da ehliyet almaya kalksam almam için 40 küsür kez kursa gitmem gerekecekti… Bu süre zarfında benim mahtumlar bile ehliyet almış olurdu… Ama –araba kullanmayı öğrenememiş olsam da- ehliyet kursundan çok şey öğrendim ve hala hayatımda öğrendiklerimi uyguluyorum… Mesela, ilk öğrendiğim benim gibi bir “trafik embesili”nin trafiğe çıkmaması gerektiği idi… Ben de hiç yeltenmiyorum… :D

    Ahan da Şener görünüyor… Direksiyondan ayrılıyor –canım siz de, tabii ki önce kapıyı açtı :D – ve kendinden emin adımlarla yanımıza geliyor… Tamam inşallah… Tam Ulubat’a yola çıkacağız birden aklıma geliyor ki talan edeceğimiz bitkileri koyacağımız bir kap yok yanımızda… Hemen sokak aralarına dalınıyor ve Çin malları satan “1 Milyon”cu aranıyor… Bir tane bulunuyor, adı da çok enteresan “Japon Pazarı”… :D Eğer Çinliler ile Japonlar arasındaki hikayeleri biliyorsanız Çin mallarını Japon Pazarı adında bir dükkanda satmanın Çinliler’e ne kadar büyük bir hakaret olduğunu idrak edebiliyorsunuzdur… :D Neyse bu “anti-Çinli hakaret-perver” satıcılar da aradığımız “deterjan koyma kabı”ndan bulamayınca karşıdaki dükkana giriyoruz… Evet, burada var ancak birazcık tuzlu geliyor… Tabii hemen “sünnet ifası”na girişiyorum ve detaylı bir şekilde “8,5 TL’nin 17’nin yarısı olan uğursuz bir sayı” olduğunu, “7,5 TL’nin hem 3 hem 5 hem 15 hem 25 hem de 75 ile ilişkili güzide bir sayı” olduğunu izah ediyorum… Ama inatçı dükkan sahibesi “kani” olmuyor… Hatun çift sayılardan hoşlanıyor olsa gerek “en son 8 TL” diyor… O sırada olay yerinde benimle olan taze sucul alan talancısı adayları Yunus ve Bilal “Hadi enişte geç kalıyoruz… ver 8 TL gidelim…” diye bastırmaya başlıyorlar… Ama bsakı asla bir KOVA Burcu erkeğini yıldıramaz aksine motive eder, adama KOVA’dan KEÇİ çıkarttırır… Ve oluyor, ellerimde tüyler çıkmaya başlıyor, göz bebeklerim daralıp elipdoid bir hal alıyor, sakalım aşağıya doğru uzuyor, alnımın iki keanrında gerilmeler başlıyor ve birşeyler dışarıya çıkıyor, diz kapaklarım arkaya bükülüyor, parmaklarım birleşiyor, vesaire ve sonunda satıcının suratına haykırıyorum: “MEEEE!” :D Tabii bütün bu transmorfsayonun tek bir amacı var, “zaman kazanmak”… :D Ne için mi? Tabii ileri “satın alma” teknikleri geliştirmek ve bu sırada “tek kabın işimizi görüp görmeyeceği”ni belirlemek için… Sonunda iki adet kabı 15 TL’ye kapatıyorum… Bizim taze sucul alan talancısı namzetlerinin gözleri fal taşı gibi açılıyor, “Vay be dediğini yaptı ve tanesini 7,5 TL’den aldı…”

    Dükkandan dışarı çıkarken aklıma gittiğimiz talan havzasında yeterli miktarda “çektikçe ucu kızaran şey” bulamayabileceğimiz geliyor ve Bilal’i temin etmesi için “kavrulmuş tohumcu”ya yolluyorum… Daha sonra hep beraber benzinli talan aracına dönüyoruz ve yola çıkıyoruz…
     
    A.P Bot Yazı düzenlemesini kaydetti.: 14 Mayıs 2016
  3. Neverlander

    Neverlander

    Mesajlar:
    2.908
    İsim:
    Abdullah Üüzümcü
    Yolda Hicabi Dayı’nın “etanol” krizi tutuyor ve çay kaşığından yaptığı açacak ile etanol dolu şişeleri açmaya başlıyor… Arada bir de torbaları eşeleyip bir şeyler bulup ağzına atıyor… O da nesi ki? Aman “kavrulmuş tohum” almışmış yanına… Biz minibüsün arkasında açlıktan ölelim o “hamudu ile götürsün”… Sesleniyorum: “Hicabi Dayı! Bize de ver o torbadakilerden!” Ama Hicabi Dayı “akut istençli işitme kaybı” geçirdiğinden o sırada ne yapsın zavallıcık bizim yakarışlarımızı duyamıyor… :D Bu arada arabayı kullanan Yılmaz Dayı’ya “Acelen ne ki?… Niye 70 km ile gidiyorsun? Yavaş git biraz! 60’a düş!” diyor… O sırada İzmir yolu’ndayız, orta şeritteyiz… Hem sağlanıyoruz, hem sollanıyor… Tabii ki Hicabi Dayı’nın trafik kurallarını taktığı yok, yoksa vızır vızır giden araçların arasında o kadar yavaş araç kullanmanın trafik kurallarının bizatihi kendisine mugayır olduğunu bilmeyen olur mu? Tek derdi kucağındaki etanol zayi olmasın… :D

    Neyse kavga gürültü Ulubat kenarında yer alan köylerden birine ulaşıyoruz… Tamam geldik derken Hicabi Dayı “Devam et! Burası değil…” diye haykırıyor… Biraz ileri de bir daha: “Devam et! Burası değil…” Biraz ileri de bir daha: “Devam et! Burası değil…” Biraz ileri de bir daha: “Devam et! Burası değil…” … :D Eee, peki neresi? Sonunda kafasında olan yeri bulduğunda –nihayet, Allah’a şükür!- “Tamam buradan sağa dön, çamurlu toprak görene kadar devam et ve dur!” diye Yılmaz Dayı’ya komut veriyor… Bu komutun hemen arkasına da “Aaa, çocuklar bende kuruyemiş var ister misiniz?” diye soruveriyor… :D Fesübhanallah… :D :D :D

    Neyse ellerimizde çekirdekler dökülüyoruz araçtan aşağıya… Ortalık resmen batak… Tabii hemen ayakkabılar, çoraplar çıkmaya başlıyor… Herkes paçaları sıvarken ben, Hicabi Dayı ve Yunus pantolonları çıkarıyoruz… O da ne? Hicabi Dayı ve Yunus’un altlarından mayo çıkıyor… Vay uyanıklar… Ben donla kalıveriyorum ortalıklarda… :D

    Neyse, herkes arabadaki eşyaları indirmek, kampı kurmak gibi “beyhude” işler ile ilgilenirken ben “sucul alan talancısı nemzeti” çömezlerimi de yanıma katıp Ulubat gölüne intikal ediyorum… İlk doldurulacak kap da elimizde… :D “Şener göldeki ilk fotoğrafımızı çeksene… Poz verin benim “yavru salyangoz”larım…” .:D Derinlerden kulağıma hoş bir melodi eşiliğinde şu sözler fısıldanıyor “Kaplar elimizde, su yarı bileğimizde, biz gireriz Ulubat’a hey Ulubat’a” :D

    [​IMG]

    İlk “talan”a uğrayan bitki ise çok tanıdık: Ceratophyllum demersum (nam-ı diğer Tilki kuyruğu)…

    [​IMG]

    Bu arada Hicabi Dayı “mangal ateşi”ni başlatıyor… Bu ateş çok baş yakar ama hadi hayırlısı…

    [​IMG]

    Yılmaz Dayı’da sabırla Benim kayınçoların oltaları hazırlamasını bekliyorlar… Balık yakalayacaklar ya… :D Pışıkkkkkkk… :D

    [​IMG]

    Sonunda oltasını hazırlayan Şener suya atlayıp “oltacı” sezileri ile kendine uygun bir yer buluyor… Oltasını atıyor…

    [​IMG]

    Şunun yüzündeki gülümsemeye baksanıza… Ne de güzel değil mi? Nereden bilsin zavallım yüzündeki gülümsemenin ilerleyen saatlerde kaybolup gideceğini… :F

    [​IMG]

    Bu arada bulunduğumuz mevkiden birkaç manzara verelim…

    [​IMG]

    [​IMG]

    [​IMG]

    İşte etrafımızda böyle “balta girmemiş” çalılıkalr var… :D

    Ve işte ilk kabı doldurduk… Hemi de –daha sonra Türkiye’de sadece talana çıktığımız bu kesimde bulunduğunu öğreneceğim- Gratiola officinalis’ler ile…

    [​IMG]

    Gratiola officinalis

    [​IMG]

    Bu bitki “amfibi” bir bitki… Karasal alanda tohumlarını saçıyor… Tohumlar karasal alan düşüyor… Daha sonra kış sezonunda göl yükselip bu tohumların bulunduğu alanları su altında bırakıyor… Tohumlar suların altında kaldıkları dönemde su sıcaklığının artması ile birlikte çimlenip gelişmeye başlıyor… Önce submers halde iken kısa sürede büyüyüp/uzayıp emers hale geçiyor… Bu arada yavaş yavaş göl suları bastıkları alanlardan çekiliyor ve hali ile bitki karasal alanda kalmış oluyor… Bundan sonraki dönemde hızla gelişimine devam edip çiçek açıyor, tozlaşma ile dölleniyor ve tohum veriyor… Bu süreç sürüp gidiyor…

    G. officinalis’lerin Ulubat kıyısındaki karasal üyeleri…


    [​IMG]

    Bu tip bitkiler “amfibi bitki” olarak tasnif ediliyor… En meşhur amfibi bitki örnekleri ise –hepimizin aşina olduğu- Echinodorus türleri…

    Tabii bu arada Şener’in olta boş geçmiyor ve Ulubat gölünün serin/derin sularından başka bir Potamogeton türünü çekip çıkarıyor… Potamogeton perfoliatus… Aşağıdaki resimde G. Officinalis’lerin altında görünen bitki…

    [​IMG]

    Potamogeton perfoliatus

    [​IMG]

    [​IMG]

    Ve kamp alanımız benim tahtım dahil olmak üzere kuruldu bu arada… :helalolsun: :heyo:

    Önden

    [​IMG]

    Arkadan

    [​IMG]

    Bu arada objektifimize doğaya “gerisini” bırakmış bir “yılan”ın izi takılıyor…

    [​IMG]

    Şener ilk olta turundan –yakaladığı P. Perfoliatus’lar hariç- eli boş dönerken,

    [​IMG]

    Bitki talanından yorgun düşen bendeniz tahtıma kuruluyorum… :D (süt gibi beyaz bacaklarıma laf atan olmasın sakın… :D )

    [​IMG]

    [​IMG]

    Hicabi Dayı ise hala “mangal ateşi”nin başında… Tam bıraktığın yerde bulunacak adam ya… :D

    [​IMG]


    Neyse Taner (ailenin mangalcısı) Hicabi dayı’nın tüm iddaalarına rağmen mangalı alevlendiremeyeceğinin farkında da olaya biz açlıktan ölme ve dolayısıyla birbirimizi “kızarmış kanat” gibi görme raddesine gelmeden müdahil oluyor…

    [​IMG]

    [​IMG]

    “İşte mangal böyle yakılır Hicabi Dayı” diyesimiz gelse de çenemizi tutacak kadar “aklımız” başımızda…

    Yıllar önce yaşadığım talihsiz bir olay dolayısıyla bacaklarımda güneş alerjisi olduğunu bir anda anımsayıp “piknik pikesi” ile bacaklarımı koruma altına alıyorum… Bir de elime Olcay Hocam’a özel bir sopacık geçirip aşağıdaki pozu veriyorum… :D

    [​IMG]

    Osiris gibi adamım be… :D

    [​IMG]

    Ama nedense etrafımdaki tüm cariyelerin eksternal gonopodu var… Ne biçim Mısır burası? :D

    Bütün bu düşünceler içerisinden sıyrıldığımda Taner’in Bilal’in katkıları ile “köz üretimi”ni tamamladığını görüyorum ve basıyorum denklanjöre…

    [​IMG]

    Bir anda Hicabi Dayı anadan üryan halinin üzerine bir mayo çekilmiş şekilde “köz-hane”ye dalıyor… Taner ile Bilal’i kovalayıp közleri kendisinin idame ettireceğini haykırıyor… :D Galiba kandaki etanol seviyesini kısa bir süre önce bir parça daha artırmış… :D Yapma etme demenin faydası yok zahir…

    [​IMG]

    Bu arada resimdeki oltanın zili yakında çalacak… Hem de ucundaki solucan marifeti ile bir av yakalanmış şekilde… Ama ne av… :D

    [​IMG]

    Sıkıldım… Ve hala doldurulması gerekn bir kap daha var… Yani talana devam… Bu sefer hedefte sucul bitkilerin yanı sıra sucul omurgasızlar da var… O nedenle yanımda kepçe ile gidiyorum… Tabii ki yakalamak için değil, kendimi korumak amaçlı… :D

    [​IMG]

    Kısa bir talandan sonra çok sayıda “ganimet” ile döndüm…

    [​IMG]

    Kıyıdan Hicabi Dayı sesleniyor: “Enişte, çıkma sudan! Geliyorum… Beraber su içinde bir fotoğraf çekinelim…” Şap, şap, şap… Koştura koştura yanıma varıyor ve kamerayı elinde tutan Yılmaz Dayı’ya bağırıyor: “Çeeek!”

    [​IMG]

    “Bir de bu yandan çeeek!”

    [​IMG]

    Bu arada taze sucul alan talancısı namzeti Yunus berilerden koştura koştura geliyor… Elinde değişik bir yaşam formu var… Hmmm… Bu da ne imiş?

    [​IMG]

    Her ne ise… Bir tebrik fotoğrafını hak etti…

    [​IMG]

    Tabii Hicabi Dayı durur mu? Bağırıyor: “Çıkmayın, çıkmayın! Benle de çekinin…” Alın size bir de Hicabi Dayı’lı tebrik fotoğrafı… Ne yapsın adam yiğeni ile gurur duyuyor… Bu arada kafama takılıyor: Yahu bu adam hangi arada giyindi? :huh

    [​IMG]

    Yılmaz Dayı, abisinin bir de güzide portresini çekiveriyor…

    [​IMG]

    Mest olan Hicabi Dayı “gönüllü” görev bölgesine intikal edip bu sefer de “Çekilin, etleri ben pişireceğim…” diye milleti kovalıyor… :D

    [​IMG]

    İşte Hicabi Dayı’nın et pişirme macerası… :D

    [​IMG]

    [​IMG]

    [​IMG]

    [​IMG]

    [​IMG]

    [​IMG]

    Bu arada Tamer etlerin yanına domates, biber sövüşlüyor… Nam, nam, nam… Acıktım galiba…

    [​IMG]

    [​IMG]

    Yılmaz Dayı’nın ise bezmiş bir hali var gibi… Bu arada “tabure”sine dikkat…

    [​IMG]

    Ben de Şener ile bahtsız yamağı Yunus’un elleri boş şekilde kök kös balık avından gelişini izliyorum… Çok “cool”um değil mi?

    [​IMG]

    [​IMG]

    Zavallıların moraller sıfır…

    [​IMG]

    [​IMG]

    Bu arada Hicabi dayı kendinden geçmiş bir vaziyette etleri yakmakla meşgul…

    [​IMG]

    [​IMG]

    Neyse yemeğimizi kavga dövüş yiyoruz… Hicabi Dayı’nın yine resim çekilesi geliyor… (Yine kanındaki etanol düzeylerinde ivmeli bir artış oldu anlaşılan… :D)

    “Çeeek! Çeeek! Tok karnına da çeeek!” :D

    [​IMG]
     
  4. Neverlander

    Neverlander

    Mesajlar:
    2.908
    İsim:
    Abdullah Üüzümcü
    Yemekten sonra bu sefer Yılmaz dayı şansını denemek için oltaların başına intikal ediyor… Onun nesi eksik ki?… Ötekiler yakalayamazsa o da yakalayamaz, değil mi ama? :D

    [​IMG]

    Bu arada yukarıda gördüğünüz çan çalıyor… Şener ve Yunus koşturuyorlar… Acaba ne yakaladılar?

    Oltayı çektiklerinde karşılarında solucan ile birlikte iğneyi de yutmuş ne olabilir?
    Hahaha… Bilemediniz… haha: Sıkı durun, söylüyorum… MİDYE… haha:

    Bilgi notu: Şu anda bu midye 50 lt labirentli akvaryumumda ikamet ediyor…

    Hicabi Dayı: “Ben söylemiştim bunlar balık malık yakalayamaz diye…”

    [​IMG]

    Sonra da yanıma oturup neden bunların balık yakalayamayacaklarına dair bir “briefing” veriyor bana… :D

    [​IMG]

    Tabii mahşerin üç balıkçısı vaz geçecek değiller ya… Umut dünyası işte… :D

    [​IMG]

    [​IMG]

    [​IMG]

    Hicabi dayı da vaz geçecek değil… “Lan oğlum, gelin buraya… Yakalayamanız…” dost:

    [​IMG]

    Amaaaan… Ben bitkileirmi “talan” etmiş… “Kaplarım”ı doldurmuşum… Kendimi güneş batmaya durmuşken göl manzaraalrı çekmeye veriyorum…

    [​IMG]

    [​IMG]

    [​IMG]

    [​IMG]

    Bu arada birkaç kare de bulunduğumuz yerin durumunu gösteren fotoğraf çekelim… Burası tam bataklık olmuş… Aslında bulunduğumuz yer Ulubat gölünün taşmamış halinde göl kenarından yaklaşık 10 mt içeride… Bataklık alanın içinde göl kenarından yaklaşık 2-3 mt içeriden geçen bir araba yolu bile var… Tabii o anda suyun altında… Aslında yukarıdaki resimlerde elimde kepçe ile suyun içinde yürüdüğüm yer vardı ya… İşte orası araba yolu idi… Ben de güneye doğru inen araçların sağ tekerleklerinin açmış olduğu patikada dikiliyordum… Ne detay verdim ama… :D

    [​IMG]

    [​IMG]

    [​IMG]

    Neyse biz Hicabi Dayı ile oturmaya devam ediyoruz… Tabii bu arada giyiniverdim…

    [​IMG]

    Bilal de gelip son kalan tavukları eşimin dedesi ve dayıların babası Niyazi Dede’ye götürülmek üzere “ekmeklemek” ile iştigal ediyor…

    [​IMG]

    Bu arada Hicabi Dayı “Fazla çamurlandım…” deyip gölün sularına koşuyor… Kucaklaşma ile geçen vuslattan sonra haykırıyor… “Abdullah! Çeeek! Gölle de çeeeek!”… :D

    [​IMG]

    Neyse yavaştan gitmeye hazırlanıyoruz yavaştan… Bu arada ben size son kaptakileri ganimetleri tanıştırayım…

    [​IMG]

    Hayvansal organizmalar:

    Lymnaea stagnalis

    [​IMG]

    Planorbarius corneus

    [​IMG]

    Viviparus viviparus

    [​IMG]

    Bitkisel organizmalardan ise bu kabın içinde diğerinden farklı olarak sadece Mentha aquatica vardı… Yani Yunus’un buluğdu ve bizim ziyadesi ile talan ettiğimiz bitki submers haldeki Mentha aquatica’lardı…

    Mentha aquatica (Su nanesi)

    [​IMG]

    Bu serideki ganimetler hakkında biraz bilgi vereyim… Lymnaea stagnalis’ler güzel kabukları olan “vahşi salyangoz”lar… Kabın içinde Viviparus viviparus’lara saldırdılar… Tabii bu tavırları onları “İstanbul’a getirmemize yetmeyecekti”… :D Planorbarius corneus’lar bizim akvaryumlarımızı işgal eden adi salyangozların devyarasa akrabaları… Küçükleri ile uğraşamıyoruz büyükleri ile mi uğraşacağız bir de… Onlar da “istanbul’a gelmeye yeterli değildi”… :D Elma salyangozlarının birazcık uzaktan kuzeni olan Viviparus viviparus’lar ise “Bizimle İstanbul’a geliyorsun…”u haketti... Görünüm olarak elma salyangozlarının çizgili versiyonunu anımsatan bu hoş salyangozlardan tam 75 tane toplamışız… Şimdi kaçı yaşıyor biliyor musunuz? Sadece 5 tane… Bu “garipler”in başlarına gelen “talihsiz olaylar”ın ayrıntılarını aşağıda bulacaksınız…

    Mentha aquatica bildiğimiz ve yediğimiz/kokladığımız nanenin atası… Bizim nane M. Aquatica ile M. Spicata’nın melezi… Bu nedenle kısır ve döllenme/tohum aracılığı ile üreyemeyip sadece vejatatif olarak üreyebiliyor… Yani nane bitkisinden çıkan sürgünden yeni bir nane bitkisi oluşuyor…

    Neyse, toparlanıyoruz… Tabii Hicabi Dayı iş yapmamak için poz veriyor ve bana da iş yaptırmamak için resim çektiriyor… :D

    [​IMG]

    Yola çıkmamız ile yolda kalmamız bir oldu… Çamura saplandık… :D Hicabi Dayı ile Şener aşağı atlayıp arabayı kurtardı…

    [​IMG]

    [​IMG]

    Artık hareket halindeyiz… Herkes dönüyoruz diye mutlu…

    [​IMG]

    Şener’i benim talan kaplarının üzerine oturttuk ki sular dökülmesin…

    [​IMG]

    Yol boyunca köy manzaraları çekeyim dedim bari…

    [​IMG]

    [​IMG]

    Bölgede çok sayıda zeytin, incir ve enginar bahçesi var…

    [​IMG]

    [​IMG]

    Bu arada yakınlarda bir dere olduğunu öğrendik ve o dereye doğru kırdık dieksiyonu…

    [​IMG]

    Biraz sonra dereyi gördük…

    [​IMG]

    Tabii daha sonra derenin suyunun azaldığı ve dolayısı ile ortalığı çamurun götürdüğü bir yere geldik…

    [​IMG]

    Arabayı bir daha çamura saplamak istemediğimizden burada konaklayıp çay içmeye karar verdik… Halbuki derenin Ulubat’a döküldüğü yere de çok az kalmıştı… Hay bin kunduz…

    Neyse dereden bir-iki resim çekelim… İlkinde inmeye üşendim ama ikinci de indirdiler arabadan… :D

    [​IMG]

    [​IMG]

    Hemen sağ tarafımızda bir ağacın altına tünedik… Taner, Yılmaz Dayı, Hicabi Dayı ve Bilal ağaç civarında kalırken ben, Şener ve Yunus talan edilebilecek bir şey var mı diye keşfe çıktık…

    [​IMG]

    [​IMG]

    Keşif sırasında erişim alanımızın dışında bir yerde Hemigraphis colarata tarlası gördük… Bin kunduz aşkına! Kamerayı Bilal de bıraktığım için fotoğraflayamadım… Temsili resim ile yetinin bari…

    Hemigraphis colarata

    [​IMG]

    Neyse çay içmek için geri döndük… Yağmalanacak bir şey bulamamıştık…

    Çay sırasında topluca hatıra fotoğrafı da çektik…

    [​IMG]

    “Abdullah, bir de git uzaktan çeeek bizi! Arabayı da al!”… Kim demiş olabilir bunu? :D

    [​IMG]

    “Şimdi gel bir de beni çay doldururken çeeek!” :D

    [​IMG]

    Bu da dere kenarından son pozum… Resim ekmek ve çektirmekten ne hale geldiğimi görün… :D

    [​IMG]
     
  5. Neverlander

    Neverlander

    Mesajlar:
    2.908
    İsim:
    Abdullah Üüzümcü
    Neyse eve kesin dönüş için yola çıktık… Yine “Yılmaz ne acelen var? Yavaş git!” , “Yılmaz 60’ı geçme!” , “Paralı yola girme! Eski Bursa yolundan git! Ama yavaş git!” , “Oğlum yarın tatil… Yatacağız hepimiz… Yavaş git!” , “Bak 60’ı geçiyorsun… Sana yavaş git dedim”ler eşliğinde eve vardık… Hicabi Dayı’nın etanol aşkı işte… :D

    Eve vardığımızda ben ve Şener kaplar ile birlikte banyonun yolunu tutarken Taner benim 2 numara Gökhan ile oynamaya daldı…

    [​IMG]

    Ben ile Şener de bitki yıkayalım…

    [​IMG]

    [​IMG]

    Sonra Şener gidip yıkandı ve yattı… Herkes yattı… Ben, bitkiler ve salyangozlar baş başa kaldık… Sonra… Sonra… Sonra ne mi oldu? Elektrikler kesildi… :D Karanlıkta onca bitki ve kabın içinde kala kaldım… Ve göl sakinleri başladılar “serenata”… :D Bunlar bu kadarçık sayıda bu kadar ürkünç sesler çıkarabiliyorlarsa Allah hiçbir kulunu gecenin karanlığında göl kıyısında bir başına bırakmasın… :D Aaaamin… em32:

    Bir sonraki günde otobüse atlayıp İstanbul’daki Lale Akvaryum Çıkarması’na katılacaktım… kaldık mı yıkanamadan… Neyse kös kös gidip yattım, tabii eşime sabah beni erken kaldırsın da yıkanayım diye sıkı sıkı tembihledikten sonra… Ama göl “sürüntü”lerinden dolayı kaşınan bacaklarım ve ellerimden uymak ne mümkün… :D

    Sabahı zor edip yıkandım ve yanımda talan ettiğim bitkilerden olduğu halde İstanbul yolculuğuna başladım… Gerisini Lale Akvaryum Çıkarması’ndan alıntılayayım…

    Neyse Lale Akvaryum’dan ayrılınca Volkan Emrah ile beni Bakırköy Deniz Otobüsleri’ne attı… Sonra Emrah ile benim eve geçtik… Emrah ganimetten pay almak istiyordu ve reddedecek değildik… Tabii kendisinin yıkaması şartı ile… Bitkileri yıkama aşamasından önce benim banyo/tuvaletteki 35 lt’lik Tetra akvaryumuma hayran kalan Emrah hayranlığını zaten eğreti duran akvaryum kapağını akvaryuma düşürerek perçinledi… Zavallım düşen kapağı yakalamak için akvaryumun içine hamle yaptı ve çarpılıverdi… :D Kolu uyuşan Emrah’ı hayatının bundan sonraki yıllarını normal bir erkek gibi geçireceğine temin etmek için çok uğraştım… :D Tabii bu arada kendimi içten içe kıkır kıkır gülmekten de alamadım… Sen misin benim giz bebeğim akvaryumuma o renkli gözlerinle nazar eden… :D “Oh!” olsun sana… :D

    Neyse Emrah’ın kolu düzelip eski erekte halini alınca bitkileri yıkamaya hazır olduğunu beyan etti… Tabii yol boyunca benden bitkilerin içindeki börtü böcek hikayelerini dinleyen Emrah’ın bu ölümcül sonuçlar doğurabilecek eylem öncesi son bir isteği oldu… Bir çift eldiven… :D Son dileğini geri çeviremediğim Emrah’ın görüntüleri ile sizleri baş başa bırakıyorum… Bundan sonra o resimler çekilirken yaptıklarını kendisi anlatır…

    [​IMG]

    [​IMG]

    [​IMG]

    [​IMG]

    [​IMG]

    [​IMG]

    Şu son karede Emrah’ın kovadan bitki alışındaki zarafete bir baka mısınız? :D

    Bu arada Allah’tan hatunu Bursa’da bırakmışım… Evin bu halini görse idi kesin dul kalırdı… :D

    [​IMG]

    [​IMG]

    Evet işte böyle… 23 Mayıs 2009 tarihli Bursa Sucul Alan Talanı’mız böyle… Bitkilerin bir kısmını Bursa’da bırakmıştım… Kalanları daha sonra Taner bana kargo ile ulaştırdı… Genel anlamda bitkilerin çoğu gerek yolculuklar sırasında gerekse tekrar yıkanmak üzere kovada beklerken çürüdü… En nihayetinde –Emrah’ın aldıkları haricinde- elimde 5-6 kök Mentha aquatica, 10-12 kök Gratiola officinalis, Uluabata2tan alınmış olması muhtemel ancak ne olduğunu bilmediğim/bulamadığım 2 kök bitki ve kenarında çay içtiğimiz dereden taze sucul alan talancısı namzetlerinden biri tarafından alındığını sandığım ve yine ne olduğunu bilmediğim bir kök bitki kaldı… Tabii Fontinalis antipyretica’lar hala duruyor… Bu bitkilerin hemen hepsi yatak odasındaki labirentli akvaryumunda… İlk hafta soğuk suda durdular… Ancak labirentlilerin (5 adet Gurami, 1 adet Betta, 1 adet Cennet balığı) beyaz benek alametleri göstermesi üzerine akvaryuma ısıtıcı bağlandı ve su sıcaklığı 25C’ye ayarlandı… Bu akvaryumda ayrıca Ulubat’tan gelen midye ile benim başka bir tankımdan çıkardığım bir midye de bulunmakta… Yine bu tankta istenmeyen salyangozları yesinler diye 2 adet Bottia konuşlandırılmış durumda…

    Salyangozlar mı? Salyangozları sormayın!… Toplam 75 salyangozdan yaklaşık 2/3’ü yolculuklar sırasında oksijensizlikten ya da su adaptasyonları sırasında öldü… Geriye kalan 20 kadar salyangoz yatak odasındaki –şu an labirentli akvaryumu olan- akvaryuma konulmuştu ve canlı idiler… Diğer 5 tanesi ise 135 lt karma canlı doğuran akvaryumuna salınmıştı… Bir ara bitkileri yıkamak ile uğraşırken yatak odasından bir patırdı geldi… İçeri girdiğimde akvaryumun kapağından tasarruflu ampülün takılı olduğu duyu tutan yapışkan kısım sökülmüştü ve ben kapağın altındaki camı takmamış olduğum için akvaryumun içine düşmüştü… Maalesef bu 20 salyangoz çarpılarak feci şekilde can verdi… :( Her yerlerinden sümüksü bir madde fışkırmıştı… Dehşete düştüğüm için fotoğraflamak aklıma gelmedi… İşte kader… Sen kalk Bursa’dan İstanbul’a bir torbanın içinde sağ salim gel ve ertesi gün çarpılarak öl… :( Birkaç gün önce Ulubat gölü tabanında dolaşırlarken bu şekilde ölebilecekleri hiç akıllarına gelmemiştir heralde… :( Neyse 135 lt’dekiler sağ salim bir şekilde yaşıyorlar… Allah ömürlerini uzun etsin… Yavrularını görsünler, görelim… em32:

    Benim anlatacaklarım bu kadar… Sabredip okuduğunuz için teşekkürler…
     
  6. YIKIKTEMO

    YIKIKTEMO

    Mesajlar:
    30.098
    Yer:
    İstanbul
    İsim:
    Temel Sert
    Abdullah hocam ellerine emeğine sağlık, seninle piknik yaptık, sucul alan gezdik, yılan gördük korktuk, bitki gördük imrendik, ızgarayı gördük açıktık. Tabi yazının akışına ve zekli okunuşuna yine diyecek yok. Güzel yerlermiş ne diyelim, kirli olduğunu belirttiğin bölgeler inşallah temizlenir en kısa zamanda. Suyun rengi bana ilk gördüğümde tuhaf gelmişti yazıyı takip edince kirlenmiş olduğunu üzülerek okuduk.

    Bizimle bu güzel gezini paylaştığın ve gördüğün canlıları tanıttığın için sonsuz teşekkür ederiz. Hep olanlarda kalasın ve öyle keyif alasın. :D
     
  7. Neverlander

    Neverlander

    Mesajlar:
    2.908
    İsim:
    Abdullah Üüzümcü
    Sağolaın Temel Hocam,

    Bu hafta sonu da Bursa'nın geri kalan sucul alanalarını "talan"a gidiyorum... "Evlat hasreti" bahanesi ile... :D

    Çok imrendi isen gel misafirimiz ol... :D
     
  8. cimlikaya

    cimlikaya

    Mesajlar:
    2.208
    Yer:
    İST.
    İsim:
    Teoman Çimlikaya
    Selamlar.Süper bir gezi valla yazılanları okurken keşke dedim bizlerde gelebilseydik ,ellerine sağlık bir sucul alan talanı bu kadarmı güzel anlatılır seyhatname gibi olmuş :heyo:
     
  9. Neverlander

    Neverlander

    Mesajlar:
    2.908
    İsim:
    Abdullah Üüzümcü
    Sağolasın Teoman Hocam,

    Çınladı mı bilmiyorum ama biz senin kulaklarını çınlattık Ulubat'ta... Eee, suya giriyoruz "Redox"u nedir bilmiyoruz... :D Topladığımız bitkileri de uygun "Redox"larını bilmeden nasıl adapte edeceğiz valla... :F

    Temel Hoca'ya da söylediğim gibi bu hafta sonuki "talan"a sizleri de bekleriz... :)
     
  10. taygun

    taygun Guest

    Valla Apdullah Hocam,

    Hepsini okuyamadım, ama bu kadar yazdığına göre iyi ve doğru şeyler yazmışsındır. 10 veriyorum. Geçtin, kutlarım. :F
     
  11. RuPTuR

    RuPTuR

    Mesajlar:
    1.483
    İsim:
    Cem
    Hepsini okumadan yazmak adetim değildir.Eline sağlık,güzel anlatım olmuş Abdullah Abi.
     
  12. taygun

    taygun Guest

    Bu daha çok bana cevap olmuş. Teşekkürler
     
  13. RuPTuR

    RuPTuR

    Mesajlar:
    1.483
    İsim:
    Cem
    Üstüne alınma Tamer Abi,gözlerim pörtledi okuyana kadar,okuduğumu belirtmek istedim :)
     
  14. reis

    reis

    Mesajlar:
    5.928
    İsim:
    Olcay Aksu
    Abdullah hocam döktürmüşsün gene. :) Okurken yoruldum ama herzamanki gibi anlatış tarzın süperdi. ;)

    Sayende gitmiş,görmüş kadar olduk. Paylaşım için teşekkürler. em34:
     
  15. Neverlander

    Neverlander

    Mesajlar:
    2.908
    İsim:
    Abdullah Üüzümcü
    Sağolasın Olcay Hocam,

    İnşallah en kısa sürede seninle de bir Sucul Alan macerası yaşarız tam anlamı ile... Tabii üzerinde balık olmayan mangalla... :D

    Sen tut önce cevap yazar gibi mesaj yolla sonra da üstünüze alınmayın de... :D

    Valla Tamer Hocam iyi yapmışsın... Aman hepsini okuyup da "pört"leyecek miydin? Eminim ki seçici okuma yapmışsındır ve almak istediklerini almışsındır...

    Cem, bu kadarcık yazı da "pört"ledi isen "TUS"ta ne yaparsın Allah-u Alem! Ne diyelim Allah "pört"letmesin... :D
     
  16. RuPTuR

    RuPTuR

    Mesajlar:
    1.483
    İsim:
    Cem
    8'inde sınavım var,günlük 90 sayfa civarı okuyorum,bir de girip buradakileri okuyorum,haliyle pörtlüyor pişman:
     
  17. Neverlander

    Neverlander

    Mesajlar:
    2.908
    İsim:
    Abdullah Üüzümcü
    O zaman niye buradakileri okuyup da nefsine eziyet ve geleceğine ihanet ediyorsun ki? :D

    8'inden sonra okursun, böylelikle ne kendine eziyet edersin ne de okumakla meziyet edersin... :D
     

Sayfayı Paylaş