1. Hoş geldiniz, Akvaryum Portalı ailesine katılım için kendinizi hazır hissediyorsanız üye olun.
    Yardım sayfasından forum kullanım desteği alın.

Cinsler, Türler ve Evrim üzerine birkaç soru

Başlığı 'Canlı Doğuran Portalı' kategorisinde tolgacetin72 tarafından 2 Mayıs 2009 başlatılmıştır.

  1. Emrah Ece

    Emrah Ece

    Mesajlar:
    2.320
    Yer:
    İSTANBUL
    İsim:
    emrah ece
    Genetik bir rahatsızlık sonucu kromozom sayısı diğer lepisteslere uymuyorsa lepistesle çifleşmesinden yavru doğmaz ancak kendisi gibi genetik rahatsızlığı olan bir balıkla çifleşmeliki yavru versin diye düşünüyorum bana abdullah abinin anlattığı bir olay geldi aklıma homo sapiens olmayan insan :) meselesi eğer anlatmak isterse kendi anlatsın o mesele beni aşar.
    Ama tabiiki genetik problemiş olan bir lepistesin diğer lepistelerle çifleşmesinden üreyebilen bireyler doğmayacaktır
     
  2. tolgacetin72

    tolgacetin72

    Mesajlar:
    108
    İşte olay sadece kromozom sayısında mı acaba, onu bilmiyorum ben mesela. Sonuçta DNA lar protein dizilimlerinden oluşuyorlar. Dizilimler farklıysa döl vermemesi mantıklı. Mutasyonların bazıları zararsız da olabilir. Yeni işlevler ve özellikler kazandırabilir diye düşünüyorum. Tabi büyük çoğunlukla zararlı olduklarını duymuştum.
     
  3. Neverlander

    Neverlander

    Mesajlar:
    2.908
    İsim:
    Abdullah Üüzümcü
    İyi iyi... Şimdilik kendi aranızda tartışa durun... Böylelikle nelerin bilgisinin eksik veya hatalı olduğunu görebiliyorum... Şu elimdeki makaleyi halleder etmez tüm noktlara gayet detaylı ve -inşallah- anlaşılır şekilde cevap vereceğim...
     
  4. tolgacetin72

    tolgacetin72

    Mesajlar:
    108
    Sağolun hocam, eksik olmayın, beklemedeyiz :)
     
  5. Emrah Ece

    Emrah Ece

    Mesajlar:
    2.320
    Yer:
    İSTANBUL
    İsim:
    emrah ece
    Puhhaaaa dedim gelince sopalayacak diye sopa:
    Tolga hocam aslında mutasyonlar 3 çeşit işlev kazandıranlar, işlev kaybettirenler ve birde ektopik ya da heterokromik ekspresyona neden olan mutasyonlar var bu sonuncudan bende pek anlamıyorum ama genlerde bulunan bir özelliğin ortaya çıkışının yerini ve zamanını belirliyor sanırım yanlışım varsa hoca düzeltsin :)
     
  6. Neverlander

    Neverlander

    Mesajlar:
    2.908
    İsim:
    Abdullah Üüzümcü
    Tolga Bey ve konu ile ilgilenen tüm arkadaşlar,

    Çok ama çok sayıda fazla karakterlerinde birbirleri ile benzerlik gösteren canlılar topluluğuna cins adı verilmektedir.

    Tür tanımı biraz karmaşıktır. Bugüne kadar çok sayıda tür tanımı yapılmıştır. Kısaca hepsine değinelim:

    Balmadan önce not: Aşağıdaki tür tanımları için Fiologenetik sistematiğin 4. ve 5. alemleri olan Bitkiler ve Hayvanlar dikkate alınmıştır. (Bu tanımlar kısmen Monera, Protista ve Mantarlar alemleri için de kullanılabilmektedir).

    1) Morfolojik tür: Sadece kendi aralarında belli bir vücut formuna (yapısına) sahip olan organizmaların oluşturduğu grup (takson)’tur. En eski tür tanımıdır.
    2) Biyolojik tür: Birbirlerine benzeyen, çiftleştiklerinde yine kendilerine benzer "fertil fert"ler oluşturabilen canlıların yer aldığı "takson"dur. Burada fertil fert kavramı çok önemlidir. Fertil fert, kendi türünden -veya daha doğrusu ebeveynlerinin türünden- bir fert ile çiftleştiğinde yavru verebilen ferttir.
    3) Eş tanıma türü: Birbirlerini eş olarak tanıyan ve kabul eden organizmaların oluşturduğu taksondur.
    4) Filogenetik (ya da Evrimsel/Darwinyen) tür: Ortak bir atadan gelen organizmaların oluşturduğu taksondur. Ancak filogenetik tür tanımı, ortak atadan gelmelerine karşın morfolojik açıdan birbirlerinden yeterince açık şekilde farklılaşmış populasyonları ayrı türler olarak kabul etmektedir.

    Bugün taksonomide temel olarak Filogenetik (Evrimsel/Darwinyen) tür tanımından yararlanılmaktadır. Bu tanıma göre de alt-tür ya da varyete “aralarında en az bir karakterde açık bir farklılık görülen canlı topluluklarıdır” şeklinde yapılmaktadır. Klasik Darwinist teori artık dikakte alınmamaktadır. Çünkü DNA keşfedilmiş ve çok sayıda organizmada büyük oranda dizlenmiş/çözülmüştür. Bugün bilim dünyasında Neo-Darwinist yaklaşım esas alınmaktadır.

    Neo-Darwinsit yaklaşım daha önce belli bir coğrafi alanda yaşayan bir canlı topluluğunun bir nedenle aralarında coğrafik ya da gametik engel oluşması sonucunda birbirileri ile gen alış verişini kestiğini ve sonuçta kendi gen havuzları içerisinde çoğalmaya devam ederek ve arada sırada bu gen havuzlarında oluşan yeni (de novo) mutasyonlar ile birbirlerinden görünüm (fenotip/morfoloji) bağlamında birbirlerinden uzaklaşarak iki ayrı tür haline geldiklerini ileri sürmektedir. Tabii burada hemen altını çizelim buradaki türleşmeden kasıt Filogenetik (ya da Evrimsel/Darwinyen) tür tanımına uygun bir türleşmedir. Dinozorlar üzerinde yapılan bir çalışmada yakın mesafedeki iki farklı dinozor fosili gruplarının aynı tür mü yoksa farklı tür mü olduğu tartışmasına bu iki dinozor topluluğunu oluşturan bireyler arasından “3 adet kemikteki farklılıktan dolayı faklı türlerdir” şeklinde yorum getirilmiştir. Bu ibarenin emsal değeri yoktur ancak “farklı türlerdir” yargısına varılabilmesi için 3 adet morfolojik ya da anatomik farklılığın var olmasının yeterli kabul edilebileceğini örneklemektedir.

    Neo-Darwinist yaklaşımın öne sürdüğü süreçler doğada süre gelen türleşmenin mekanizmasını en yetkin şekilde anlatmaktadır. Ve denilebilir ki Neo-Dawinist yaklaşımın önerdiği mekanizma doğada var olabilecek türleşmenin mutlak olarak geçmesi gerek merhaleleri eksiksiz dile getirmektedir. (Dikkat! Burada Neo-Darwinist türleşme teorisi irdelenmektedir. Bu bağlamda yazılanların filogenetik (ya da Evrimsel/Darwinyen) tür tanım ile ilgisi yoktur.)

    Tabii burada önemli bir noktaya değinmek ve bu noktayı açmak gerekiyor. O da bir başka bir forumdaki değerli biyolog dostumuz olan Celal Kızılkan Bey’in mükemmel bir şekilde ifade ettiği üzere “Bilimsel sınıflandırmanın bir süreç olduğudur”. Evet, bilimsel sınıflandırma bir süreçtir ve oldukça tartışmalı bir süreçtir. Bir tür için bu sürecin başlangıcında bambaşka bir taksonomik mevkii varken bir müddet sonra bu mevkii daha basit mevkii’ye dönüşmekte ve daha da zaman geçtiğinde alalede bir konum haline gelmektedir. Örneğin Plati’ler (Xiphphorus maculatus) önceleri Platypoecilus maculatus adı ile ayrı bir cins altında değerlendirilmiştir. Zamanla kılıçkuyruklar ile platilerin aynı cinse mensup olmalarıgerektiğine kanaat getirilmiş ve platiler Xiphophorus (kılıç taşıyanlar) cinsinin altında bir tür olarak kabul edilmiştir. Son on yıldaki bilimsel veriler ve kılıçkuyrukların platiler ile çiftleşerek fertil yavrular meydana getirebilmesi dolayısıyla biyolojik tür tanımı kapsamında bu iki balığın aynı tür oldukları ancak platilerin kılıçkuyruklardan evrimleşmiş bir varyant olduğu üzerinde durulmaya başlanmıştır. Görünen o dur ki yakın zamanda Kılıçkuyruklar Xiphophorus hellerii ve Xiphophorus hellerii var. maculatus şeklinde sınıflandırılmaya başlanacaktır. (Detaylı bilgi için bkz.

    Bu soruyu üç şekilde inceleyelim: Eş Tanıma Türü Tanımından Yararlanan Neo-Darwinist Tür Tanımına Göre Senaryo ve Biyolojik Tür Tanımına Göre Senaryo. Yine bunlar için canlı doğuranlar üzerinden örneklendirmelerde bulunacağım.


    Eş Tanıma Türü Tanımından Yararlanan Neo-Darwinist Tür Tanımına Göre Senaryo

    Neo-Darwinist tür tanımı, birbirinden nispeten şeklen farklılaşmış iki yakın akraba topluluğunun farklı türler olduğunu kabul etmektedir. Bu tanıma göre yorumlayacak olursak her şey aşağıdaki haritalarda siyah daire içine alınmış bölgede başladı. Başlangıçta o bölgedeki –tahminen daha büyük ve bölünmemiş bir su kaynağında sadece X. hellerii yani kılıçkuyruklar yaşıyordu (Not: Bilimsel olarak platilerin kılıçkuyruklardan evrimleştiği ispatlanmıştır.

    Xiphophorus cinsine ait tüm türlerin coğrafik dağılımı (Siyah daire platilerin kılıçkuyruklardan evrimleştiği su kaynağının yerini göstermektedir.)

    [​IMG]

    [​IMG]

    Kılıçkuyruklar ve platilerin aynı su kaynağında doğal olarak bulunduğu bilinmektedir. Bu nedenle bahsettiğimiz büyük su kaynağı daha sonraları –siyah daire içinde kalan- diğer küçük su kaynaklarına bölünmüştür. Bu nedenle platilerin kılıçkuyruklardan evrimleşmesi aynı su kaynağı içerisinde olmuştur. Peki birbirlerinden ayrılarak nasıl farklılaşmışlardır? Neo-Darwinizm iki yakın akrabanın aynı su kaynağında bir anda nasıl birbirlerinden koptuklarını nasıl açıklamaktadır? Burada öne sürülebilecek en temel Neo-Drawinist argüman tek bir mutasyonun yani DNA’daki tek bir bazın ya da bir baz grubunun değişimidir. Yapılan çalışmalar kılıçkuyruk dişilerinin çiftleşmek için kılıcı olan Xiphophorus’ları ve bunlar arasından da en uzun kılıçlıları seçtiklerini göstermektedir. (Ancak burada kılıçkuyruk erkeklerinin kur şekillerini de belirleyen iki farklı gen varyantı olduğunu hemen belirtelim. Yani seçim şans dişi balığa da bırakılmayabilir.) Olası senaryoya (benim bir Neo-Darwinist gözü ile yorumladığım muhtemel en basit senaryo) göre androjen reseptöründe oluşan bir mutasyon sonucunda kılıçkuyruk erkeklerinden kılıcı olmayan ve ileride platilerin atası olacak bir grup erkek balık ile bunlar gibi androjen reseptöründe mutasyon taşıyacak ancak bunun sıkıntısını cinsiyeti dolayısı ile en az yaşayan bir seri dişi balığın evilmeye başlamıştır. Bir sonraki nesilde kılıçsız yvrular dünyaya gelmiş olmalıdır. Bunun pratik sonucu bu kılıçsız erkek balıkların dişi kılıçkuyruklar tarafından eş olarak en az oranda tercih edilmesidir. Bu süreç sırasında kılıçsızlık geni yani androjen reseptörünün mutant varyantı sıklıkla heterozigot duruma düşmüş nacak varlığını büyük olasılıkla sürdürmüştür. Bir müddet sonra meydana gelen bir mutasyon ile de erkeklerdeki kur yapma şekillerinin sayısı artmış ve kılıç sergileme kur şeklinin yanına “sneaking” olarak bilinen metod eklenmiştir. Bu kur şeklinde (tabii aslında kur demek doğru değil) erkek balık dişi balığın arkasından sinsice yaklaşmakta ve çiftleşmekte ya da fark edildiğinde “emel”ine ulaşana kadar kovalamaktadır. Bu çiftleşme şeklinin gelişmesi kılıçsız erkeklerin de kolayca ve etkili şekilde çiftleşebilmesine olanak sağlamış olmalıdır. Ancak buraya kadar hala neden plati ve kılıçkuyrukların şekillei değişecek derecede birbirlerinden ayrıştığı konusu açıklanabilmiş değildir. Burada başka bir tür tanımının önerisineden yardım alalım. Eş tanıma türü olarak tanımladığımız türler doğada kolayca döl alıp verebilecek başka bir tür olsa da yine sadece kendi türlerini tercih etmektedir. Bunun birkaç sebebi vardır. Burada bunların arasında sadece can alıcı ikisini zikredelim. Birincisinden platilerin renklenmesi durumu söz konusudur. Doğada “yeşil” olarak bilinen kılıçkuyruktan başka renkli kılıçkuyruk bulunmamaktadır. Ancak platiler kılıçkuyruklar ile birlikte yaşadıkları su kaynağında bile renklenmişlerdir. Bu durum büyük olasılıkla eş tercihlerinin değişmesine neden olmuştur. Yapılan çalışmalar Xiphophorus cinsindeki balıkların –tabii lab. ortamında- renkli Xiphophorus’ları eş olarak seçtiğini göstermektedir. Buna göre kılıçsız ancak renkli erkekler kendileri gibi kılıçsızlık genini taşıyan ama bundan zarar görmeyen ancak bunun yanı sıra renkli olan dişiler ile çiftleşmiş olabilirler. Bunun sonucunda platiler evrimleşecek şekilde sadece kendi aralarında çiftleşmeler meydana gelmiş olabilir. Zamanla bu renkli balıklar kendi aralarında üreye üreye şeklen kılıçkuyruklardan farklılaşmış olabilir. İkinci can alıcı olasılık çiftleşme dönemlerinin değişmesidir. Androjen reseptöründeki mutasyonu ve bunun sonucunda kılıcın kaybedilmesini takip eden süreçte bu balıkalrın çiftleşme zaman dilimleri normal kılıçkuyruklardan farklılaşmış olabilir. Bunun sonucu olarak da bu balıklar sadece birbirleri ile çiftleşmişlerdir. En nihayetinde bu kendi içinde çiftleşmeler aynı su kaynağında olmalarına rağmen platiler ile kılıçkuyruklar arasındaki şekli değişimleri beraberinde getirmiş olabilir. Üçüncü can alıcı olasılık ise kılıcın kayboluşunu takip eden dönemde kılıcını kaybetmiş olan balıklarda şekli değişime neden olan mutasyonun meydana gelmiş olmasıdır. Yani kılıcı olmayan erkekler ile bunların kız kardeşlerinde bugün plati ve kılıçkuyruk arasındaki temel şekil farklılığı ortaya çıkmıştır. Bu şekil değişikliği nedeni ile şekli değişen platiler kendi aralarında çiftleşmeye başlamış ve daha sonra oluşan mutasyonlar ile de çiftleşme dönemleri kılıçkuyruklardan farklılaşmıştır. Bunu takip eden dönemde diğer şekli olan ve olmayan özellikler farklılaşmış ve kılıçkuyruklar ile platiler aynı su kaynağı içersinde birbirlerinden tamamen kopmuşlardır.
     
    A.P Bot Yazı düzenlemesini kaydetti.: 14 Mayıs 2016
  7. Neverlander

    Neverlander

    Mesajlar:
    2.908
    İsim:
    Abdullah Üüzümcü
    Biyolojik Tür Tanımına Göre

    Yukarıda da belirttiğimiz gibi biyolojik tür tanımı iki canlı toplluğunun birbiri ile çiftleşip çiftleşmediğine ve bu çiftleşmeden doğan yavruların kendileri ya da ebeynleri gibi olan bireylerle çiftleşip yine verimli/yavrulayabilen bireyler oluşturup oluşturmadığına bakar. Bu özellğe sahip iki canlı topluluğu tek tür sayılırken, birbirleri ile hiç çiftleşmeyen ya da çiftleşse de verimli/yavrulayabilen yavrular vermeyen topluluklar ise ayrı tür sayılır. Genel olarak hayvanlar aleminden örnekler ile başlayalım. Klasik örnek Equus cinsindeki (at, eşek, zebra) melezleşmelerdir. At 64, eşek 62 ve zebralar 32-46 kromozoma sahiptir. Bugüne kadar at-eşek (katır), zebra-at (zorse) ve zebra-eşek (zonkey) melezleri elde edilmiştir. Bugüne kadar yapılan moleküler genetik çalışmalar eşek ve zebranın daha yakın türler olduğunu ve atın bu ikisinden birinden evrimleştiğini göstermektedir. Ancak genel kanaat atın eşekten evrimleştiği yönündedir. Buna göre eşekte bulunan 62 çift kromozomdan bir çift kritik bir evrede ikiye bölünmüş ve iki kısa kromozom meydana getirmiştir. Bir çift kromozomdan iki çift kromozom elde eden eşekler yani kromozom sayıları 64’e çıkan eşekler ancak kendi aralarında üreyebilmişlerdir ki bunun güzel göstergesi at-eşek melezi olan katırların kısır olmasıdır. Çünkü yumurta ve sperm hücreleri mayoz bölünme ile oluşmaktadır ve mayoz bölünme sonucunda kromozom sayısı her çiftten biri yumurta/sperm hücresine gidecek şekilde yarıya inmektedir. 62 kromozomlu eşekler ile onlardan türeyen 64 kromozomlu eşekler yumurta ve sperm hücreleri ürettiklerinde bu hücreler sırası ile 31 ve 32 kromozom taşıyacaktır. DNA’da eksilme ya da artış olmadığından birbirleri ile sorunsuz çiftleşebilecekler ve ortaya toplamda 63 (31+32) kromozomlu eşekler ortaya çıkacaktır. 63 sayısı basitçe söyleyecek olursak 2’ye bölünemediğinden bu yavru –melez- eşekler ne 62 ne de 64 kromozomlu diğer eşekler ile çiftleşip yavru veremediklerinden soyları tükenecektir. Bunun neticesinde sadece 62 kromozomlular kendi aralarında üreyebilecek ve aynı şey 64 kromozomlular için de geçerli olacaktır. Bu bağlamda bu iki eşek topluluğu birbirinden kopmuş olacaktır. Üreme hücrelerinin kromozom sayılarının birbirini tutmaması ve sonuçta oluşan yavrunun bu tutarsızlık nedeni ile kondisyonel kısırlığı (daha doğrusu sterilitesi) iki topluluğun birbirinden kopmasına neden olmuştur. Kromozom sayı farklılığı oluşan bu ayrılmaya gametik izolasyon adı verilmektedir. Gametik izolasyon sonucunda 62 kromozomlu topluluk sadece kendi arasında üreyebilmiş ve bugünkü modern eşeklere doğru evrilmiştir. Tabii ki 64 kromozomlu grup da sadece kendi arasında çiftleşebilmiş ve modern atlara kadar evrimleşmiştir. Yukarıda detaylı örneklendirilmemiş olsa da at-eşe-katır üçlüsü için olan durumun hemen aynısı zorse ve zonkey’ler için de geçerlidir.

    Zonkey (Zebra-eşek melezi)

    [​IMG]

    Zorse (Zebra-at melezi)

    [​IMG]

    Bu bağlamda at, eşek ve zebralar kendi aralarında çiftleşmelerine rağmen kendileri gibi doğurgan melez yavrular veremediklerinden biyolojik tür tanımına göre aynı cinsin farklı türleridir ve bu şekilde sınıflandırılmaktadır.

    Plati ve kılıçkuyruklara dönecek olursak, bu iki balık grubunun doğal ortamda birbirleri ile çiftleşmediklerini görmekteyiz. Bu nedenle kesinlikle eş tanıma tür tanımına göre aynı tür değillerdir. Ancak bu iki tür akvaryum ve deneysel havuzlarda rahatlıkla birbirleri ile çiftleşmekte ve kendileri gibi plati ya da kılıçkuyruk ile çiftleştiklerinde verimli yavru verebilen melez yavrular verebilmektedir. Biyolojik tür tanımına göre bu iki balık grubu aynı tür olmalıdır. Peki neden doğada birbirleri ile çiftleşmemektedirler? Aslında bu sorunun birkaç cevabı vardır. En baştan yani plati ve kılıçkuyrukların henüz hala aynı tür oldukları yani genetik değişimler ile aynı atadan farklılaşmadıkları döneme gidelim. Bugün bilim dünyası kılıçkuyruk ve platilerin kılıcı olan bir atayı ortak olarak paylaştıkları üzerinde hemen hemen ortak görüşe sahiptir. Buna göre kritik bir evrede platiler ile kılıçkuyruklar arasında kritik bir genetik değişim meydana gelmiş ve bu iki balık populasyonu aynı su kaynağı içinde birbirlerinden kopmuşlardır. Platiler ile kılıçkuyruklar arasındaki bazı şekilsel farklılıklar bu ayrılışın ipuçlarını bizlere vermektedir. Platiler ile kılıçkuyruklar arasındaki başlıca morfolojik farklılıklar aşağıdaki gibidir:

    1. Kılıçkuyruk erkeklerinde anal yüzgecin kuyruk şeklinde uzaması söz konusu iken platilerde androjen sentez genindeki bir mutasyon nedeni ile bu uzama gerçekleşmemektedir.
    2. Kılıçkuyruklar daha uzun (fusiform, oblong) bir vücuda sahipken platilerin vücudu çok daha güdüktür (anterior-posterior olarak basıktır). Buna bağlı olarak platilerdeki baş/gövde uzunluğu oranı kılıçkuyruklardan çok daha büyüktür.
    3. Platilerde renk pigmentleri sentezlenmekte yani platiler renkli vücutlara sahipken orijnal kılıçkuyruklarda “yeşil” olarak bilinen pigmentten başka pigment yani vücut rengi bulunmamaktadır.

    Bu morfolojik farklılıkların yanı sıra bu iki balık arasında artık bilim dünyası tarafından çok iyi şekilde ortaya konmuş iki genetik farklılık da bulunmaktadır. Platilerde biri deri kanseri oluşumuna neden olan diğeri de bu kanser oluşumunu baskılayan iki gen oluşmuştur.

    Eş Tanıma Türü Tanımından Yararlanan Neo-Darwinist Tür Tanımına Göre Senaryo başlığı altında incelendiği üzere platiler ile kılıçkuyrukların aynı su kaynağı içinde aynı atadan gelen iki ayrı populasyon haline gelmesinde aralarındaki morfolojik farklılıklar rol oynamış olabilir ki bunun nedeni birbirlerini artık eş olarak tanımamalarıdır. Yapılan bilimsel çalışmalar da Xiphophorus cinsine ait türlerin üyeleri arasında eş tanımanın aynı türün bireyleri arasında bile iddi morfolojik değerlendirmelere sahip olduğunu göstermektedir. Peki bu eş olarak tanımama çok da önemli bir durum mudur ve iki türün morfolojik olarak daha uzaklaşmasının nedeni midir? Aslında ciddi olarak değerlendirildiğinde insanlar arasında da eş tanımada ciddi durumlar söz konusudur. Ve bu eş tanıma kuralları işletilirse insanlar da birkaç türe ayrılabilir. Nasıl mı? Sadece beyazlar ve zenciler arasındaki evliliklerin sıklıklarını bile düşünmek aslında böyle bir çıkarıma ulaşma için yeterlidir. Dünya’nın birkaç bölgesi (örneğin Brezilya gibi) kolay kolay beyaz-siyah çiftlere rastlanmamaktadır. Bu durumun benzerleri de yaşanmaktadır. Belli bir oranda beyaz-siyah evliliklerine rastlansa bile (beyaz-sarı evlilikleri sıklıkla meydana gelmektedir) siyah-sarı evliliklerinin oranı nerede ise ihmal edilecek düzeye azdır. Eş tanıma tür tanımı işletildiğinde siyah ve sarı insan ırkları nerede ise ayrı türlerdir ve beyaz-siyah ırklar türsel olarak ayrışmanın başındadır ancak sarı-beyaz ırklarının türsel ayrılışına daha unca bir süre bulunmaktadır denilebilir. Peki beyaz-beyaz, siyah-siyah ve sarı-sarı evlilikleri sonucunda bu ırklar arasında ciddi morfolojik, anatomik ve fizyolojik farklar oluşmamış mıdır? Oluşmuştur. Basitçe vücuttaki tüylenme miktarları dikkate alındığında siyah ve sarı ırklarda vücut kıllanması oldukça azken beyaz ırkta kıllanma bu diğer iki ırka göre çok daha fazladır. Yine siyah ırkta baş büyüklüğü sarı ve beyaz ırklara göre daha küçükken vücut yapıları beyaz ve sarı ırklara nazaran çok daha atletiktir. Daha birçok farklılık (örneğin göz rengi/şekli, saç rengi/şekli vb gibi) sayılabilir. Bütün bu keskin farklılıklar bu ırkların sadece kendi içlerinde çiftleşmelerinin sonuçlarıdır. Bu nedenle gen havuzları gittikçe birbirlerinden farklılaşmış ve belli özellikler ön plana çıkacak şekilde gelişmiştir. Diğer taraftan insan olmalarına rağmen ve çiftleşme kusuru taşımamalarına yani kısır olmamalarına rağmen aşağıdaki bireyler ile sıklıkla normal insanlar çiftleşmemektedir.

    Akondroplazi (Achondorplasia)

    [​IMG]
    Proteus sendromu (Proteus syndrome)

    Frontonasal displazi (Frontonasal dysplasia)

    Plait ve kılıçkuyruk arasındaki durum buna benzer bir durumdur ve unutulmamalıdır ki hayvanlar arasında eş seçimi insanlar arasındakinden çok daha sıkı denetlenmektedir. Buna göre bu morfolojik farklılıkların biri ve birkaçı plati/kılıçkuyruk ayrışmasındaki başat faktör(ler) olabilir. Diğer taraftan platilerdeki deri kanseri geni ve bu kanser genini susturan tümörsüpresör gen de bu ayrışmanın nedeni olabilir. Bu genlerden önce hangisinin oluştuğu şu an için bilinmemektedir. Ancak deri kanseri genin tek kopya oalarak bile bulunması kanseri tetiklerken kanseri baskılayan genin kanseri önlemek için hem anne hem de babadan gelmiş olması ve dolayısıyla iki kopya olarak bulunması gerekir. Doğada kılıçkuyruklarda bu genler bulunmamaktadır. Buna göre ir plati ile kılıçkuyruk çiftleştiğinde melez yavruların hepsinde bir kopya kanser geni ve bir kopya da kanseri baskılayan gen bulunacaktır. Ancak tek kopya kanser baskılayıcı gen kanseri bastırmak için yeterli olmayacağından melez yavrularda deri kanseri oluşacaktır. Bu deri kanserlerinin oluşumu ve yayılma hızı fertler arasında farklılık göstermektedir. Ancak erken evrede başladığında yani daha yumurta fazında belli başlı bölgelerde kendini gösterdiğinde son derece ölümcüldür ve bu yavruların çoğu çiftleşebilecek olgunluğa gelmeden ölmektedir. Bazı bilim adamları bu durumun asıl plati/ kılıçkuyruk ayrışmasında rol oynadığını düşünmektedir.

    Diğer taraftan bu iki balığın üstün çiftleşebilme başarısı ve hayatta kaldıkları takdirde melez yavruların da yavru verebilmesi bu iki balık arasındaki genetik materyal korunumunun çok ama çok yüksek olduğunu –kanser geni ve baskılayıcı gen çıkarıldığında- sadece belli başlı morfolojik özellikleri belirleyen genler de farklılık olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda platiler ve kılıçkuyruklar biyolojik tür tanımına göre aynı türdür. Ayrıca unutulmamalıdır ki “yeşil” haricindeki tüm renkli kılıçkuyruklar plati geni taşımaktadır!

    Bambaşka bir örneğe dönecek olursak arada kromozom sayısı farklılığı olmadığı halde genlerdeki dizilim ya da dizi farklılıklarının türleşmeye neden olabileceğini de görmekteyiz. Bu sefer ki örnek türlerimiz lepsites ve moliler olacaktır. Hem lepistesler hem de moliler 46 kromozomludur. Birbirleri ile koyla kolay çiftleşmezler. Akvaryum ortamında bile ayrı eş tanıma türleridir. Ancak nadir durumlarda lepistes ve moli melezleri yani molistesler ortaya çıkmaktadır. Bunların ülkemizdeki örneklerinden birkaçı sevgili dostumuz/üstadımız Murat Yıldız’ın karma canlı doğuran akvaryumunda dünyaya gelmiştir. Birkaçı da benim tarafımdan Üsküdar Akvaryum (Kamber Bey)’da bulunup, satın alınıp fotoğraflanmıştır (Şu an bu balıklardan sadece biri hayattadır ve yaşamını benim 135 lt’lik karma canlı doğuran tankımda sürdürmektedir).

    Molistesler tamamen kısırdır. Yukarıdaki link incelendiğinde de görüleceği üzere erkeklerinin gonopodlarının ucu çiftleşmeye uygun değildir. Ancak dişileri üreme açısından morfolojik olarak normal görünümdedir. Buna göre dişlerdeki kısırlık büyük oranda genetik materyal DNA’daki değişiklikler ile doğrudan ilişkilidir. Erkeklerdeki kısırlığın da genetik değişimler ile ilgili olup olmadığının anlaşılması için bir molistes erkeğinde öncelikle sperm üretimi olup olmadığı araştırılmalı, eğer var ve uygun sayıda ise alınacak sperm önekleri ile lepistes ve moli (eğer üretiliyorsa molistes)’lerden alınacak yumurtalar tüpte döllenmeli (in vitro fertilizasyon [IVF]) ve zigot gelişimi olup olmadığı ve eğer gelişim varsa normal seyredip seyretmediği incelenmelidir.

    Bir başka örnek ise Gambusya (Gambusia affinis) ve lepsites çiftleşmeleridir. Gambusya (Gambusia affinis)’ların bir kısmında 46 kromozom ve bir kısmında da 48 kromozom bulunmaktadır. Lepisteslerde 46 kromozom bulunduğunu yukarıda belirtmiştik. 46 kromozomlu gambusya ve lepisteslerin doğal olmayan ortamdaki çiftleşmelerinden yine kendileri gibi doğurgan yavrular elde edilmektedir. Buna göre gambusya ve lepistes biyolojik tür tanımı bağlamında aynı türe girmektedir. Ancak 48 kromozomlu gambusya’ların 46 kromozomlu gambusya ve lepistesler ile çiftleşmelerinden verimli yavru/melez çıkmamaktadır. Bu durumda denilebilir ki 48 kromozomlu gambusya (Gambusia affinis)’lar 46 kromozomlulardan gametik izolasyon ile ayrışmıştır ve bundan sonra yeni bir tür olarak/olmak üzere evrilmeye devam edeceklerdir.
     
    A.P Bot Yazı düzenlemesini kaydetti.: 14 Mayıs 2016

Sayfayı Paylaş